SAAT 14:24

Arjantin tango hayatın içinden gelen detaylar taşır. En sevdiğim hareketlerden biri Ocho cortado’dur. Bu harekette kendine bıçakla saldıran birinden kurtulmak için vücudu yana döndürüp kurtulma anı canlandırılır. Tabii dansta bıçak yerine kadın vardır. Erkek partnerini sağ yana gönderir ve tekrar karşısına alıp dansa devam eder. Bazen de etmez . Dansı yöneten erkek leader, kadın ise follower takipçidir. Erkek müzik devam da etse yarım es, durur ve bekler…


Arjantin tango hayatın kendisidir. Hayata da bazen anlık es verip “nereye doğru gidiyoruz ? ne yaşadım az önce” demek lazım. İşte o anlık düşünme anı bize doğruyu bulmak ve yolumuza doğru devam etmek için fırsat verir.

Yıllar önce ofisimde çalışırken kalite güvence müdürüm kapıyı çalmadan hırsla açtı. Daha sonra ne olduğunu bile anlamadan üretim müdürü ve teknik müdür hakkında yüksek sesle aralarında ne geçtiğini ve memnuniyetsizliğini pek de hoş olmayan bir dille anlattı. Esasen pek sakin ve kibar bir çocuktur.
 

Kafamı kaldırdım ve sordum: “saatin kaç?”


Şaşırdı.. cevap verdi “14:24” .


Ben de baktım saatime “Doğru” dedim. “Benim de saatim 14:24 . Yarın aynı saatte seni bekliyorum. Kaldığın yerden yarın devam edersin. Şimdi odadan çıkabilirsin.”


Ertesi gün geldiğinde mahcuptu. Bir gün evvel ne yaptığını anlamıştı. Hem genel müdürün odasına hoş olmayan bir şekilde girmiş hem de iş arkadaşları hakkında o anlık sinirle yakışıksız davranmıştı. Yüzünde 3 yaşındaki yaramaz çocuğun mahcubiyeti. Dünkü asan kesenden eser kalmamış.


Çok şanslıydı. O yıllarda tangoya yeni başlamıştım ve bir gün evvelki ders “ocho cortado ve yarım es verip dansta bir durup düşünmekti”.  O dersi almasaydım yapmam gereken “insan kaynaklarının yolunu göstermekti”.  İstemeye istemeye kalite güvence müdürümü de kaybedecektim. Hata yapacaktım.
 

GEMİLERİ YAKMAK


Geri dönüşü olmayan olaylar için kullanılan bir deyimdir gemileri yakmak.  Cesur insanların bütün riskleri üzerlerine alarak kendilerini öne atması ve kahramanlık göstermesiyle ilgili olarak söylenir. Gemileri yakmak herkesin yapabileceği bir iş değildir. Kararlılık ifade eden bu deyimin bir de hikâyesi vardır. 


Tarik Bin Ziyad, 19 temmuz 711’de, 12 bin kişilik ordusuyla İspanya’ya geçer. Askerlerini indirdikten sonra, bütün gemileri ateşe verip yaktırır. Bu arada İspanya krali Rodrik’ in 100 bin kişilik ordusuyla üzerine geldiğinin haberini alır. Askerlerine şu tarihi sözleri söyler: “Arkanızda düşman gibi deniz, önünüzde deniz gibi düşman. Nereye kaçacaksınız?  Vallahi sizin için ancak sadakat ve sabır kalmıştır. Düşmanın silahı, teçhizatı ve erzakı boldur. Sizin silah olarak ancak kılıçlarınız, erzak da düşmanın elinden sahip olabileceğiniz vardır.’’

Bin Ziyad, düşman asker sayısının kendi ordusundan sekiz kattan fazla olduğu bu savaşı, kesin bir zaferle kazandı. Endülüs Emevileri’nin temelini attı.


“gemileri yakmak’’ deyiminin böyle önemli bir tarihi olaya işaret ettiğini bir çoğumuz biliyoruz. Ancak hayatımızdaki gemileri hiç yakamıyoruz. Hiç düşündünüz mü? Kaç yerde gemilerimizi yakmamız gerekirken yakmadık? Yüreğimiz yetmedi, paçamıza yapıştı eski alışkanlıklar , rahat eskimiş yaşamlar. Daha güzel bir yaşam için arkamıza bakmadan inançla sarılmakla gelecek daha güzel zamanlar. Zaman her şeyin ilacı. Her kötü gün aydınlığa doğar.


Mutluluğu yakalamak için bazen tangodaki gibi durup bir es verip düşünmek , bazen de gemileri yakıp inançla arkaya bakmadan geleceğe atılmak gerekiyor.