90’lı yıllarda Malatya’lı biri, ilkokul mezunu, diğeri ilkokul 4 terk iki kardeş merdiven altı atölyelerinde iplik üretmekte ve örme işi ile uğraşmaktadır. İki kardeş de çalışkan ve dürüsttür. Ellerindeki 2 elden düşme pedallı makine ile işlerini o yıllarda görmektedir. Derken bir gün Alman bir firmadan baskılı tişört imali için sipariş alırlar. Üretimi yaparken, 2 kişi karşılıklı durarak masanın üzerindeki tişörtü germekte, 3.kişi ise pedallı makine ile baskıyı yapmaktadır. Avrupa’da otomatik makine ile yapılan benzer üretim, titiz çalışan insan gücü ile yapılmaktadır. Almanlar kaliteden çok memnun ve ayda 30.000 adet üretim yapılıyor.
Gel zaman git zaman Alman firmasından bir haber gelir: “Firmanızı görmek ve kontrol için müfettişimizi gönderiyoruz.” Firma sahipleri üzgün. Atölye gösterilecek gibi değil. Alman müfettişi karşılayacak sorumluya “Adamı yedir, içir, gezdir, ama sakın atölyeye sokma” derler.
Müfettiş tam gününde ve zamanında gelir. “Hemen fabrikaya gidelim” der. Cevap açıktır: “Fabrika kolay, önce bir yemek yiyelim.”
Kebaplar yenir. Alman atılır “Hemen fabrikaya gidelim” der. Cevap açıktır: “Fabrika kolay, buraya kadar geldiniz bir de baklava yiyelim.”
Baklavalar yenir yenmez müfettiş atılır “Tamam artık , fabrikaya gidelim” der. Cevap açıktır: “Fabrika kolay, İstanbul’a geldiniz, Ayasofya’yı, Topkapı Sarayını görmeden gidilir mi? ”
Topkapı ve Ayasofya da gezilir. Alman atılır “Fabrikaya gidelim ” . Cevap açıktır: “İstanbul’a gelip boğaz kenarında balık yemeden hayatta olmaz. ”
Saat gecenin 11’i olmuştur. Yapacak bir şey kalmaz. Müfettiş artık ısrarlı bir tavırla; “Fabrikaya gitmemiz şart” der. Merdiven altı atölyeye girerler. Müfettiş önce şaşırır sonra notlar almaya başlar . İki kardeşin moraller yerlerde. Firmayı unutmaları gerektiğini bilirler. Bir Alman firmasının kendileri gibi bir atölye ile çalışması artık hayaldir.
15 gün sonra Alman firmasından haber gelir: 115.000 adet sipariş geçerler!!! İki kardeşten büyük olan yorumlar: “Herhalde yanlışlıkla bir sıfır fazla yazmışlar. Eski günlerin hatırına siparişi yarıya 11.500 adete düşürüp nezaket gösteriyorlar” der. Teyit için sorarlar. Karşıdan gelen cevap ilginçtir: “Yanlışlık yok. Sipariş 115.000 adet.”
Çok sevinirler, nasıl yapacağız diye. Makine almayı düşünmeyip; 3 masa 9 eleman alıp aynı şekilde üretime devam ederler. Yıllar geçer, İtalya ile çalışmaya başlarlar. Kendi markalarını oluştururlar. İşlerini büyütüp takım elbise, ayakkabı işine girerler. 2000’li yıllarda 56 mağazada ürünleri satılan ve 3000 çalışanı olan dev bir şirket olmuşlardır. Hikayemizin başında bahsettiğimiz Alman firma ile proje ortaklığı görüşmeleri için Almanya’ya giderler. Firmaya gittiklerinde : “Firmamızı ilk ziyaretinizde yazılan rapor önümüzü açtı. İşimizi o rapor sayesinde büyüttük, buralara kadar geldik. Sakıncası yoksa o raporda ne yazıyor? Görebilir miyiz?” diye sorarlar.
Rapor bulunur. Şunlar yazmaktadır:
“Türkleri anlamak mümkün değil. Yemek yemeyi ve yedirmeyi çok seviyorlar. Burnumdan gelene kadar yedirdiler, içirdiler. Ama çok prensip sahibi insanlar. Gizlilik esasına göre çalışıyorlar. Bütün ısrarıma rağmen, gerçek üretim yerlerini göstermediler, onun yerine bizi uyduruk bir atölyeye götürdüler. Bu nedenle böylesine ciddi bir firma ile mevcut ticaretimizi en az 3 kat arttırmak uygundur.”
Alman bu kalitede malın o atölyeden çıkabileceğine inanmadığı için bizim firmanın “gizlilik prensipleri gereği” gerçek üretim yerini göstermediğine inanmıştı. Oysa biz sinekten yağ çıkarabilen ender milletlerden biriyiz. Yeter ki isteyelim. Hep bir şeyler eksik değil midir hayatımızda. Ama bizim hayallerimiz var. Hayallerimiz o eksiklikleri kapatıyor. Olmazı olur yapıyor.
Bugün artık ülkemizde onlarca Ar-ge merkezinde tasarımlar yapılıyor. Savunma sanayimiz de çok yol kat etti. Otomotiv ve beyaz eşya sektörlerimizde firmalar katma değeri yüksek ürünleri inovasyonla harmanlıyorlar ve tüm dünyaya ihracat yapıyorlar.Her sektörde olumlu gelişmeler yaşanıyor. Ne çok yol aldık son yıllarda. Dünya değişiyor, biz gelişiyoruz.
Ama hala 57 ülke bir Almanya etmiyor. Alman işini yaparken prensibini belirlemiş ona göre çalışıyor. “Kusursuzluk yetmez” diyor. Prensipleri olan insanlar hayatta hem başarılı hem de mutlu oluyor. Prensipleri olan ülkeler de yükseliyor, yüceliyor.
Biz ne zaman Almanya gibi bir ülke olabileceğiz? Bizim uzun tatillere değil, daha çok çalışmaya ihtiyacımız var. İşini seven ve işin doğru yapılmasını her şeyden önemli tutan çalışanlar ve yöneticiler olmalıyız. Nitelikli hayallerimiz olmalı ve mazeret üretmekten vazgeçmeliyiz.
İhtiyaç duyduğumuz her şey içimizde saklı. Yeter ki kendimize, hayallerimize ve ülkemize inanalım…