Olpak

Üniversitede son senem. Sene 1988. Mezun olmadan evvel son stajımı Arçelik Mamul mühendisliğinde yapıyorum. Mühendislik şefimiz ise Ahmet Olpak’tı. Amerika’dan gelmiş, mavi gözlerinin içi ışıl ışıl. Hele hararetli hararetli bir iş üzerinde konuşuyorlarsa. Çok havalı ve çok enerjik. Yaz vakti keten pantolon giyer. O zamanlar keten pantolon şimdiki gibi moda değil. Hayalini kurardım “keşke Arçelik’te çalışabilsem” diye. İçimde; mezun olduğumda nerede çalışırım kaygısı.
Yanlış hatırlamıyorsam mini bulaşık makinesi projesi üzerinde çalışılıyor. Çalışır prototip aşaması. Prototip atölyesinde Sadık ustamız vardı. Çok şekerdi. Prototip makinesi filan yok tabii daha. Ama her şey bir şekilde yapılıyor. Ahmet bey’de bana “Tencere yıkama için bir mekanizma tasarla Hakan” dedi. Üst pervaneye su gitmeden sadece alt pervaneden su daha tazyikli gitsin. Tasarladım, bilgisayar yok tabii. Resim masasında çiziyoruz. Çizdiğimi anlattım, anlayamadılar. Bir daha anlattım yine olmadı. “Sen bunun prototipini yap öyle bakalım” dediler. “Hadiii.. Nasıl yapacağım ki.” Sadık ustaya türlü maymunluklar yaparak yardım almaya başladım. Manuel freze, torna ile biraz da elle eğeleyerek parçaları oluşturdum. Birbirine alıştırdım. Hevesle Ahmet beye göstermeye gittim. Parçayı aldı. Önce şaşırdı sonra mutlu oldu. “Aferin Hakan” dedi. “çok güzel olmuş, bu işimizi görür”. Ertesi gün beni yanına çağırdı. “Stajın bittiği gün Arçelik’te işe başlıyorsun ,hayırlı olsun” dedi. Dünyalar benim olmuştu. Ahmet bey beni işe alan ve iş hayatımdaki ilk amirimdi.
İş hayatımda sahip olduğum en değerli varlığım bilgi hazineme belki de en önemli katkıyı veren kişi olmuştur. Üniversiteden yeni mezun olanlar için ilk iş en önemlisidir. Öğrenmeye aç ve işlenmeye hazır cevheri doğru işlemek çok önemli. Yanlış bilgilerle doldurmanın telafisi de sonradan hep zor olmuştur. Ben Allahın sevgili kullarındanım sanırım. Ahmet bey ile çalışma ve mühendisliğin ne olduğunu ondan öğrendim..
Çağının çok ötesinde bilgi ve yönetim anlayışına sahipti. “Zamanında ve isteneni hatasız yapmaktır asıl olan. Bana gol yedirmeden işinizi düzgün yaptığın sürece istediğin kadar serbestsin” derdi.
Problem olduğunda adamı azarlamaz, bağırmaz, moralini bozmaz. Önce işi nasıl hızlı ve az zararla yoluna sokarız ona odaklanırdı. Sonrasında da bir daha o hatanın tekrarlanmaması için yapmamız gerekenlere odaklanırdık. Özgüveni yüksek ama hiç kompleksi olmayan bir kişiliğe sahipti. Her şeyi ile farklı idi Ahmet bey. Bir benzerini görmedim. Arçelik’in kabuk değiştirdiği o dönemde Arçelik’i Arçelik yapan belki de en önemli kişi idi. En azından Ar-ge ayağında. Sevgili Ahmet Olpak geçen temmuz vefat etti. Genç yaşta vefat etti. Ülke bir değerini yitirdi.
Herkese nasip olmaz. Cenazesi Karacaahmet Şakirin camiinde kılındı. Son 40 yılın Arçelik tarihi oradaydı. Eski genel müdürler, müdürler, mühendisler, laboratuardaki teknisyenine kadar hepimiz oradaydık. Yüzlerce kişi Olpak’ı uğurladık. Geçmişimizi andık, giderken de yapıcıydı Ahmet bey… 20 yıldır görmediğim herkes oradaydı. Hasret giderdik. Ahmet Olpak’ı uğurladık. Yazıyı hemen yazamadım. Elim gitmedi. Biraz vakit geçsin istedim. Bilin ki Olpak yok artık vatan iyi bir mühendisini kaybetti. Nur içinde yatsın, mekanı cennet olsun.

ALİCE SOMMER HERZ
Geçenlerde bir belgesele gözüm takıldı. İlk andan itibaren içine çekiyor insanı. "The Lady in Number 6” Kendisi 109 yaşında soykırımdan kurtulan en yaşlı insan üstelik meşhur bir piyanist. O yaşında hızlı Mozart parçalarını akıcı bir şekilde çalmasına önce şaşırdım. Sonra gözünün içindeki ışık, yaşama sevinci, hayatı işlemesi ve şükretme kültürü o kadar yüksek seviyede ki anlatamam. Böyle bir şey görmedim. Şiddetle izlemenizi öneriyorum. Sanırım internetten de bulunabilir. Hikayesi de ilginç .
Herz-Sommer, 5 yaşında piyano çalmayı öğrenmiş ve konser piyanisti olmak için eğitim almış. Prag doğumlu piyanist Alice Herz-Sommer, İkinci Dünya Savaşı'nda dönemin Çekoslovakya’sında işgal altındaki Theresienstadt Toplama Kampı'nda iki yıl yaşamış ve Sovyet birliklerinin 1945 Mayısında kampa düzenlediği operasyonda oğluyla birlikte özgürlüğüne kavuşmuş. Müzik aşkı ve yaşama sevinci sayesinde hem kendi hem de oğlu o kamptan kurtuluyor.

Aklımda kalan belgeselden çarpıcı cümleleri sizinle paylaşmak isterim.

Babası Prag’da naziler tarafından götürülürken şöyle der “Soğukkanlılık güçtür.”
“Nereden bakılacağını bilirsen kötü şeyler bile güzeldir, öyle olmalı.”
“Kafanızın içine olabildiğince çok şey koyun bunu kimse sizden alamaz.”
“Temel olarak herkes yalnızdır”
“Mutlu olup olmamak bana bağlı, hayata değil.”
“Çalışmadan hiçbir şey elde edemezsiniz. Sevdiğiniz şey üzerinde çalışmalısınız.”
“Nefret sadece nefreti getirir. Ben asla nefret etmedim.”
“Müzik bize mutluluk sunar. Müzik bir rüyadır.”
“Herkes şikayet ediyor.Bu berbat… Hayır. Bu o kadar da berbat değil.”
“Gerçekten dipte cehennemde iken hayatın anlamını anlıyorsun”
“İyi ve kötü şeyler vardır. Ben iyi tarafından bakarım.”
“Sadece çok yaşlandığımızda hayatın güzelliğini keşfediyorsunuz.”