Ne çabuk geçti bir yıl. Yeni yıl geldi kapımıza dayandı. İstanbul hiç olmadığı kadar bahar kokuyor ,ağaçlar üzerinde hala yapraklar duruyor ve hiç olmadığı kadar masmavi bir gökyüzü günlerdir bizi kucaklıyor. Mutlu olmak için neye bakmalı ? Bugün elleri ile martı besleyen yaşlı bir amca gördüm üstelik evinin balkonundan 2. kattan… Ekmek atmasına martılar da alışmış. Nasıl alışmışlar, nasıl olmuş , nasıl tanışık olmuşlar yaşlı adam ile martılar hiç bilemedim; ama gerçek. Bilge tavırlı amca; evinde vapur keyfi yaşıyor adeta. İşte hayatta bir şeyleri başarmak ve farklı olmak da böyle bir şey olsa gerek. Aranızda İstanbul’da vapurun arka tarafından martılara simit atmayanınız var ise mutlaka yeni yılda ilk fırsatta bu keyfi yaşayın. İnsan olduğunuzu, nefes aldığınızı ve mutluluğun içinizi sıcacık sardığını göreceksiniz.
İstanbul’a yılbaşında kar yağacakmış yıllar sonra inansak mı ? Farklı bir yeni yıl karşılaması olur. Çok da güzel olur İstanbul’un beyaz gelinlikli hali. Güzelliği daha da bir artar, bakmasını bilene, yoksa çilesi daha çoktur. Trafik, iş güç aksar. Kar çocuklara hep güzel yüzünü gösterir, mutluluk getirir. En son en zaman kartopu oynadınız? Bizim gibi işkolik yaşlanmış hücrelere zul gelir bu zemheri güzellik. Ne zaman biz bu hale geldik de kartopu keyfi yerine trafik çilesini tercih ettik?
Hedefi olan insan başarıyı yakalayabiliyor. Gidecek miyiz kalacak mıyız yerimizde hayat treni yola devam ederken bu istasyonda inecek miyiz? Hedefi olmayan insan nasıl başarılı olabilir ki? Ulaştığı yerin başarı olduğunu bile bilemiyor, hayatta vardığı başarının tadını çıkaramıyor, hep mutsuz olmak için bir bahaneleri oluyor.
İnsanın kendi ile barışık ve kendini bilmesi kadar güzel bir karakter yoktur. Kendimizle barışık olmalı önce kendimizi sevmeli sonra pozitif enerjimizi çevremize yaymalıyız. Önemli olan yaptığımızı bilerek, bildiğimizi yaparak, sevdiğimiz işi yaparak çalışırken mutlu olabilmek. Çok insan görüyorum hep söylenip duruyor, eleştiriyor başkalarını, çevresini de; dönüp de bir kendine bakmıyor. Kafasının içinde mevsim hep zemheri.
Çok çalışmalı! Çalışmadan başarı gelmiyor, kim ne derse desin.
Her zaman eğitim! Ülkemizin en önemli sorunu eğitim. Ne pahalılık, ne işsizlik, ne de artan şiddet sarmalı. Eğitim insanı cahil hissettiriyor. Okudukça bilmediğimizi anlıyoruz, öğreniyoruz ve öğrenme hevesi içimizi kaplıyor, yaş ilerleyince de öğretme telaşı başlıyor. Bizlerden çok iyi bildiğimiz konuları bile çok daha iyi bilen birileri olacak her dem. Öğrenmeye doymamak lazım. Eğitim insanının eksikliğini algılamasını sağlıyor. Eğitim şart, güzel ülkem için eğitimin düzelmesi şart…
Geriye dönüp baktığımızda ne görüyorsunuz, koca bir yıl geride kaldı. Hedeflerimizden birazını da olsa başardık mı ? Mutlu musunuz? Bir yıl geçip gitti, bir yıl azaldı ömrümüzden, mutlu musunuz sorusu en sihirli soru oldu hayatımda. Kısa ama tüm sorulardan daha önemli ve diğer tüm konuları da kapsayan bir soru.
Mutlu musunuz? Mutlu hissediyorsanız detaylara takılmamak lazım. Anı yaşamak önemli , her dakikası her saniyesi değerli hayatımızın, kendimizi mutlu etmeyi öğrenmeliyiz. Öyle kocaman kompleks planlar, tatiller, paralar saçmadan da yakalanıyor mutluluk . Bak yaşlı amca evinin balkonunda vapur keyfi yaşıyor. Elleriyle attığı ekmekleri martılar kapıyor havada. Martının gözlerinin içine bakabiliyor sevgiyle. Mutluluğun resmi bu olabilir mi? O amca için mutluluk budur. Daha ötesi değil.
Abidin Dino, Nazım Hikmet Ran ve çok sevdiği eşi Vera, Paris’te bir otel odasında kalmaktadır. Nazım Hikmet, gecenin bir yarısı eline kalemini almış eşi Vera’ya “Saman Sarısı” adlı şiirini yazmaktadır. Eşi Vera çoktan uyumuştur. Nazım ve Abidin, otel odalarının penceresinden Sen ırmağını gören çatı katındaki otel odalarının pencerelerinin başında oturmuşlardır. Abidin de bir yandan bir şeyler çizmektedir.
Nazım eşine ithafen yazdığı “Saman Sarısı” adlı şiirinin içinde Abidin Dino’ya çağrılarda da bulunmaktadır. Şiirin tam da bu kısmını çok severim, herkes tarafından da sevilen kısmıdır;
Abidin Dino, Nazım Hikmet Ran ve çok sevdiği eşi Vera, Paris’te bir otel odasında kalmaktadır. Nazım Hikmet, gecenin bir yarısı eline kalemini almış eşi Vera’ya “Saman Sarısı” adlı şiirini yazmaktadır. Eşi Vera çoktan uyumuştur. Nazım ve Abidin, otel odalarının penceresinden Sen ırmağını gören çatı katındaki otel odalarının pencerelerinin başında oturmuşlardır. Abidin de bir yandan bir şeyler çizmektedir.
Nazım eşine ithafen yazdığı “Saman Sarısı” adlı şiirinin içinde Abidin Dino’ya çağrılarda da bulunmaktadır. Şiirin tam da bu kısmını çok severim, herkes tarafından da sevilen kısmıdır;
Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin ?
İşin kolayına kaçmadan ama
Gül yanaklı bebesini emziren
Melek yüzlü anneciğin resmini değil
Ne de ak örtüde elmaların
Ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında
Dolanan kırmızı balığınkini
Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin
Nazım’ın Dino’ya bu soruyu sorması zannedildiği üzere, ressamın sanatını ispatlama sorgulaması değildi elbet. Bu soru, gurbet hasreti çeken iki sanatçı arasındaki sıkı dostluğun getirisi olan bir diyalogun ürünüydü. Esasında Nazım’ın Dino’dan bir resim beklentisi yoktu. Belki o da biliyordu yakın arkadaşının ona vereceği cevabı. Abidin Dino, Nazım Hikmet’in “Mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?” sorusuna resimle değil de, aynı türü kullanarak Nazım gibi şiirle karşılık vermişti.
Çünkü Dino’da biliyordu Nazım’ın sorusunun cevabının olmadığını. Mutluluğun resminin tuvallere sığmayacağını... Ondandır ki Nazım’a yazdığı şiirinin son mısrasında şu sözlere yer vermişti.
“Buna da ne tual yeterdi; ne boya...”
Abidin Dino mutluluğun resmini yapmadı. Çünkü o da biliyordu ki, tek bir kare ile somutlaştırılamazdı mutluluk denen kavram.